Kılıçdaroğlu’nun “sözde Cumhurbaşkanı” nitelemesi üzerinde fırtınalar koparıldı. Daha önce defalarca dillendirilmiş sözkonusu kelimeye bu kez verilen aşırı tepki siyasal iktidarın çaresizliğinin de dışavurumu aslında. Halkın içine itildiği ekonomik yıkım karşısında söyleyecek tek sözü kalmayan iktidar cephesi, kutuplaştırıcı etkide bulunacağını düşündüğü fırsatları kaçırmıyor. Elindeki tüm araçlarla üzerine atlıyor, taşın suyunu sıkarcasına kullanıyor. Pireyi deve yapıyor.
Yapıyor, çünkü ancak o zaman çıkarları aynı olanların “biz/halk” olmasının önüne geçebiliyor. Takım taraftarlığına benzer bir hissedişi hakim hale getirdikçe, halk rakip takım/parti taraftarları gibi ayrışıyor, birbirine bileniyor, düşmanlaşıyor. İktidar oluşturduğu bu iklimde aşınmaya başladığı bilinen kitlesel desteğini muhafaza edeceğini umuyor. Buna yatırım yapıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sarfettiği “sözde Cumhurbaşkanı” ifadesi, “meşruluk tartışması açılıyor”dan, “darbecilik yapılıyor”a değin sert eleştirilere muhatap edildi. Oysa durum, gerçekte “sözde olmayan ne kaldı ki” denecek halde. AKP’li Cumhurbaşkanı’nın göreve başlarken ettiği tarafsız kalacağına dair yeminine aykırı davranması üzerinden temellendirilen “sözde” nitelemesinin biraz dikkatli bakıldığında hemen her alan için geçerli olduğu söylenebilir. Vaziyet, boynunun eğriliği sorusuna “nerem doğru ki” diyen devenin cevabını hatırlatıyor.
TDK sözlüğe göre sözde “gerçekte öyle olmayıp öyle bilinen, öyle sanılan ya da öyle geçinen (kimse)” demek. Bu ölçüyle tartıldığında Türkiye’de hemen her şey “sözde” olmayı hakediyor. Bakalım:
Medya
Halkın haber alma hakkını, mutlak bir tarafsızlıkla yerine getirmesi, doğrunun, haklının savunucusu olması beklenen medya büyük çoğunluğuyla iktidarın borazanı haline gelmiş, gerçekleri açığa çıkarmanın değil karartma ve çarpıtmanın adresi olmuş durumda. Haber bültenleri hükümet bülteni adeta. Tartışma programları “çok konuklu monolog” demeye daha uygun. İktidar tarafından atandığı ya da onaylandığı belli “demirbaş”lardan oluşan zevatla yapılan programlarda; HDP’siz HDP, kadınsız “kadın sorunu”, Kürtsüz de “Kürt Sorunu” “tartışılıyor”.
Üniversite
Bilimsel bilginin üretildiği, bilimsel doğruları temelinde çalışmaların yapıldığı, özgür düşüncenin hiçbir sınırlamaya tabi olmadan hayat bulması gereken kurumlar üniversiteler. Ancak YÖK denen 12 Eylül artığı üst kurumun yönetsel, ideolojik kıskacı altında, siyasal iktidar yandaşı olmayanların yükselme imkanlarının tıkandığı, yandaşların ise ünvanlara boğulduğu, kayyum olarak atandığı, resmi tezlerin bilimsel araştırma diye pazarlandığı zeminler haline getirilmiş durumda. Kıskaca alınmış olmalarına rağmen bilim insanlığına ve aydın olmanın gereğine halel getirmeyen akademisyenlerin “Barış Bildirisi” gibi nedenlerle atıldığı, kapıları kelepçelenen, özgür seslerin boğulmaya çalışıldığı iktidar kurumları gibi.
Yargı
Anayasa ve kanunlara göre değil siyasal iktidarın arzularına ve ihtiyaçlarına göre karar veren, adalet değil korku ve kaygı üreten mekanizmalar. Muhalefeti susturma, sindirme politikasının en önemli araçları haline getirilmiş durumdalar.
Demokrasi
Demokrasi halkın seçtiği temsilciler aracılığı ile karar alma süreçlerine katıldığı düzen sözümona. Ancak karar alma süreçlerine katılmak şöyle dursun seçtiği temsilcilerin başına gelmedik kalmıyor. Seçilme hakkı fiilen ayaklar altına alınmış durumda. HDP’li belediyelerin 65 Belediyesi’nin 51’ine el konuldu ve kayyum atandı. Eş genel başkanları dahil olmak üzere çok sayıda milletvekilliği yapmış olanlar tutuklandı, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere yargı kararlarına rağmen hukuksuz biçimde hapishanede alıkonuluyorlar.
Belediyeler, üniversiteler, yakın zaman önce yapılan düzenlemelerle dernekler, partiler, meslek örgütleri vb.’nin tepesinde kayyum rejimi sallandırılıyor. Devlet çarkı muhalif olan, itiraz edeni öğütmek için acımasızca çalıştırılıyor. Düşünce ifade etme, gösteri yapma hakları fiilen yasaklanmış durumda.
Listeyi uzatmak mümkün ancak bu kadarı yeterli. Neyin ve kimin sözde olduğuna karar vermek öyle zor deği. Her şey açık.
Sözde nitelemesini en çok kimin hakettiğini söylerek bitirelim yazıyı. Temel hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı, “ya tam susturacağız ya kan kusturacağız” parolasıyla yol alan böyle bir rejim altında yaşamaya itiraz etmeyenler de “sözde” nitelemesini hak etmiş demektir. Aşık Veysel’in mısralarından ödünç alarak söylersek, sözde değil özde bir insan olmak içinse serini meydana koymak gerekir…