Geçtiğimiz 2 haftada yaşananlar Türkiye’de rejimin niteliğini gün yüzüne çıkartırken, ekonomik krizin geldiği boyutu da gözler önüne seriyor. Son iki hafta bakıldığında AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen Türkiye, daha yeni koltuğua oturan ve bağımsız Merkez Bankası imajı çizen Naci Ağbal’ın yerine yine bir gece açıklanan kararla Şahap Kavcıoğlu’nun getirilmesi ve toplumsal muhalefetin bastırılması adına HDP’ye ve Boğaziçi direnişine yönelik gözaltı ve tutuklama dalgaları hemen göze çarpıyor.
Tüm bunlar yaşanırken, özellikle Merkez Bankası’nda yapılan değişikliğin ardından Türkiye ekonomisinin bağımlılık ilişkileri bir kez daha orrtaya çıktı. Hafta boyunca devam eden sermaye çıkışları da eklenenince ortaya Alp Altınörs’ün ArtıGerçek’te yazdığı gibi bir mali kriz çıktı.
Merkez Bankası ile ilgili değişikliğin Resmi Gazete’de yayımlanmasından önce yaşanan 450 milyon dolarlık hareketlilik ise soru işaretleri yaratmaya devam ediyor. 22 Mart’ta yabancı sermaye Türkiye’den hızla uzaklaşırken, Borsa İstanbul toplamda günlük olarak TL bazında yüzde 9,79 dolar bazında yüzde 16 değer kaybetti. Yurttaşlar hızla dolarizasyon sürecine kapıldı ve yerleşik dövizler hızla arttı. Ancak Alp Altınörs AKP ile finans sermayesinin birlikteliğine dikkat çekerek şöyle yazıyor:
“Bankalardaki döviz rezervleri 15 Mart’ta 250 milyar dolar iken perşembeye kadar 2.2 milyar dolar arttı. Cumadan pazara ise üç buçuk milyar dolar daha arttı. Nihayet 22 Mart Pazartesi günü bir günde 6,1 milyar dolarlık satış yaşandı (TCMB verileri). Kısacası bir haftada yaşanan artış kadar bir günde satış oldu. 7.2 -7.3 seviyelerinden alım yapan 6 milyar dolarlık bir sermaye bunu 8.2-8.3 seviyelerinden satarak 6 milyar TL’ye yakın bir vurgun yaptı.”
Sermayenin ABD’ye geri döndüğü ve doların hızla değer kazandığı bir dönemde AKP’nin gözünü kırpmadan çok kısa süre içerisinde aldığı bu kararları masaya yatıran Altınörs, finans piyasalarındaki hareketliliği AKP’nin müteahhit ve kant rantından beslenenlere teslimi olarak analiz ediyor ve şöyle diyor:
“Bütün bu yaşananlar AKP’nin rant üretmeden ve dağıtmadan yönetemediğini bir kez daha ortaya koydu. Kanal İstanbul’u ‘inadına’ yapma ısrarı da buna işaret ediyor. Nasıl ki HDP’ye kapatma davası MHP’nin ve devlet içindeki ülkücü kadrolaşmanın bir eseriydi ise, nasıl ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması devlet içinde kadrolaşan tarikat ve cemaatlerin baskısının sonucu idiyse faiz indirme basıncı ve Naci Ağbal’ın bu sebeple görevden alınması da AKP çevresindeki müteahhit ve kent rantından beslenen diğer grupların eseri oldu. Ucuz kredi oluşturup dağıtmak kent rantını toplamanın başlıca vasıtası olduğu için AKP bunu önceledi.”