Gazete Yolculuk Haber Merkezi-Buse Söğütlü
Dünyada koronavirüs vaka sayısı 1 milyona yaklaşıyor. Aralık ayından bu yana giderek artan bir şiddetle virüs hayatlarımızda. Türkiye’de 11 Mart’ta ilk vakanın resmi olarak açıklanmasının ardından vaka sayılarımız giderek artıyor. Bilim insanlarının Sağlık Bakanlığı’nın başkanlığındaki Bilim Kurulu eliyle yürütülen bu süreçle ilgili ciddi eleştirileri de var.
Türkiye’de koronavirüs salgınına ilişkin ayrıntıları Bilim ve Gelecek dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu ile konuştuk.
AKP’li yıllarda kimi zaman büyük saldırı dalgaları halinde kimi zaman da sessiz ve derinden bilime dair her şey tasfiye edilmeye çalışıldı. Yıllardır bilimin değil de hurafelerin örgütlendiği bir dönemdeyiz ama salgın bunun ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi. Bilimsel bilginin, bilimsel eğitimin ne kadar önemli olduğu görüldü. Siyasi iktidar, salgın sürecinde bilime uygun davranıyor mu?
Biz bundan 3-4 ay önce bilimsel konulardada ne konumdaydık? Biliyorsunuz evrim kuramına karşı saldırılar yıllardır, özellikle AKP iktidarının döneminde gerçekleşmişti. Evrime karşı yaradılışçılığı savunan; üniversitelerde dahil, ortaöğretimde ders kitaplarına yaradılışlığı sokan, evrim kuramına karşı fikirleri yayan bir durum vardı Türkiye’de. Onun dışında her türlü hurafenin, bilim dışı ve Ortaçağ’dan kalma anlayışın, özellikle aşı karşıtlığının oldukça yaygın olduğunu biliyoruz. Aşı karşıtı kitaplar yazılmış ve bunlar yaygın bir şekilde dağıtılmıştı. Böyle bir iklimdeydik ve salgına yakalandık.
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” derler ya; şu anda bir virüs salgınıyla karşı karşıyayız. Virüsler dünyada 3 buçuk milyar yıldır varlar ve inanılmaz bir evrim mekanizmasına sahipler. Çok kısa sürede evrimleşebiliyorlar. Örneğin bu virüs ya da daha önceki kuş gribi, domuz gribi dediğimiz virüsler; hayvandan hayvana geçen, belirli hayvanları etkilen bir virüstü. Kısa bir süre içinde evrim geçirdi ve hayvandan insana geçen bir türe dönüştü. Daha sonra yine kısa bir süre içinde çeşitli mekanizmalarla ve mutasyonlarla evrim geçirerek insandan insana geçen bir türe dönüştü ve sonra salgın başladı.
Bu salgına karşı durmak istiyorsak elimizdeki tek araç evrim kuramı. Virüsün nasıl evrim geçirdiğini bileceğiz ve anlayacağız ki buna karşı bazı tedbirler geliştirelim. Nasıl yayıldığını anlayacağız ki ona göre bazı tedbirler ve aşı geliştirelim. Ancak evrim kuramıyla bunu gerçekleştirebiliriz. Bir kere bu kanıtlandı.
Virüsler son derece hızlı evrim geçiren bir canlı türü. Bunu kabaca şöyle anlatayım: Örneğin, insanların bir kısmının üç gün içinde suyun altında yaşayabileceği bir türe dönüşmesi ya da üç gün içerisinde uçabilen bir türe dönüşmesi gibi. Virüslerin böyle bir etkisi var. Bizim bunu anlayabilmemiz için evrim kuramına ihtiyacımız var.
İkincisi, bundan iki ay önce Bilim ve Gelecek’te bunu kapak yapmıştık dosya halinde. Aşı karşıtlığı tartışılıyordu. İnsanlar aşıya karşı çıkıyorlardı; kitaplar yazıyorlardı. Şimdi yüz milyonlarca insan, hatta dünyanın neredeyse tamamı bir aşı geliştirilebilmesi için dua ediyor neredeyse. “Bir aşı geliştirilebilse de bu virüsten kurtulabilsek” diye düşünüyor insanlar. Yani aşı karşıtının ne kadar bilim dışı ne kadar yanlış olduğunu net bir şekilde gösterdi virüs salgını.
Şimdi Türkiye’de böyle bir iklim yaratırsanız, bu tür hurafelerin, bilim dışı anlayışın yaygınlaştığı hatta üniversitelere girdiği, toplumda yayıldığı bir ortam yaratırsanız; ister istemez alabileceğiniz tedbirler de ya da geliştireceğiniz tedaviler de tahribata uğrayacaktır. Türkiye’nin bugün AKP iktidarı altında yaşadığı durumu bu şekilde görüyorum ben.
Örgütlü bir toplum… Bunun da bilimsel bir temeli vardır yani bu da bir bilimsel temele oturur. Normal dönemlerde belki o örgütsüzlüğün acısını çeken insanların derdidir bu ama işte bu salgın gibi, doğal afet gibi olağanüstü dönemlerde örgütsüzlüğün, örgütlü bir toplum olamamanın acısını hep birlikte çekeriz. Bu da bilimsel bir konudur. Bu konuda söyleyebileceğim şey şu; bir musibet geldi ve bir salgın oluştu; bunu ancak bilimle yenebiliriz, ancak bilimsel düşünce tarzıyla yenebiliriz. Gerek toplumsal anlamda gerek doğa bilimleri anlamında bilimsel düşünce tarzı ve yöntemiyle yenebiliriz.
Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklandığı günden bu yana bir şeffaflık tartışması yürütülüyor. Muhalif çevrelerden dahi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “iyi iş” çıkardığına dair yorumlar gelirken bu sürecin bilimsel süreçlere yakışır bir şeffaflıkla yürütüldüğünü düşünüyor musunuz?
Hayır hiç düşünemiyorum. Hem şeffaf olamamak hem de gerekli sıkı tedbirleri en baştan itibaren alamamak gibi bir durum var Türkiye’de. Vakaların ve ölümlerin hızla artması da bunu gösteriyor. Burada sorun ekonomik. Daha doğrusu iktidarın, yöneticilerin hangi sınıfın temsilcisi olduklarına ilişkin bir mesele bu. Yoksa Sağlık Bakanlığı “iyi iş çıkarmış”, “Bilim Kurulu duruma hakimmiş” gibi fikirlerin aslında geçersiz olduğunu, gerçeği yansıtmadığını bugün görüyoruz. Çünkü iktidarın uygulamalarının ya da uygulamak zorunda olup da uygulamadıklarının peşinden koşturmaktadır bugün bu bilimciler.
Şeffaf bir şekilde rakamları ya da ölüm oranlarını verirseniz ve tedbirleri sıkı almak istiyorsanız bir kere başta bu bir salgın, virüsün insandan insana geçmesini engellemeniz lazım. İnsanların izole edilmesi lazım. Dolayısıyla bunun önemli noktalarından birisi virüsün görüldüğü yerleri hatta bütün ülkeyi karantinaya almaktır. Sokağa çıkma yasağı ile karantinaya almaktır. Ancak bu şekilde engelleyebilirsiniz. Örneğin Çin, bu sıkı tedbirlerle özellikle Wuhan’da bu sayede salgını kontrol altına alabildi.
Ancak bu tedbirleri alabilmek sizin sınıfsal bakışınıza bağlıdır. Çünkü sonuç itibariyle insanları izole ederseniz örneğin sokağa çıkma yasağı kararı alırsanız; evde kalan insanları, “evinde kal” dediğiniz insanlarında geçimini bir şekilde sağlamak durumundasınız. Onların işlerini garantiye almak zorundasınız. Bu ekonomik kaynak demektir. Bu da var olan kaynakları niçin ve kimin için kullanacağınıza karar vermek demektir. Bütün bir topluma “evde kalın” diyorsanız ve bunu bazı resmi uygulamalarla hayata geçirmek istiyorsanız, o zaman halkçı bir politika uygulamanız gerekiyor.
Kabaca şunu yapmak lazım: Zenginden alıp halka veya emekçilere, yoksullara vermek durumundasınız. İktidarın böyle bir bakış açısı ve mantalitesi olmadığı için ister istemez sokağa çıkma yasağı kararını alamıyor. Hala sokağa çıkma yasağının getirilmemesinin nedeni budur bence. Sonuç itibarıyla salgının yayılımının az olduğunu, sokağa çıkma yasağını getirecek kadar salgın olmadığını göstermeye çalışıyorlar. Bunu yapan bazı ülkelerin ne hale geldiğini görüyoruz.
Virüsün Çin’den mi, yoksa ABD’den mi yayıldığı ve insan yapımı olup olmadığı konuları; aylardır gündemimizi meşgul eden komplo teorileri arasında. Hatta özellikle Covid-19’un Çin tarafından yayıldığı iddiaları bir ırkçılığı da beraberinde getiriyor. Bu yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu son derece saçma. Bu virüs tüm dünyaya yayıldı. Tabi önce Çin merkezdi, Wuhan bölgesi özellikle. Çin dediğimiz zaten 1 buçuk milyarlık kocaman bir kıta. Virüsün merkezi ilk Wuhan’dı, sonra İran oldu. Ondan sonra da biliyorsunuz; İtalya, Fransa, İspanya, İngiltere… Hala şu an da merkez üssü buralar. ABD’nin merkez haline gelmeye başladığı, Türkiye’nin de tehlikeli bir eşikte olduğunu görüyoruz. Sonuç itibarıyla bu virüs ülke tanımıyor ve bütün dünyaya yayılabiliyor. Cinsiyet de tanımıyor, ırk ve ulus da tanımıyor.
Bunlar üzerinden bir komplo teorisi üretmek bana saçma geliyor. Aslında bu virüsün her ulustan, her cinsiyetten, her ülkeden insana geçmesi ve insanı etkilemesi ırkçılığın da biyolojik alanda ne kadar saçma olduğunu da ortaya koymuş.
Dünya artık çok küresel. Salgının oldukça büyük bölgelerde iletişimin, ulaşımın yoğun olduğu ülkelerde etki yaptığını da görmemiz lazım. Dolayısıyla bu tür komplo teorileri gerçeği yansıtmaz. Heyecanlıdır, ilgi çekicidir belki ama bilimsel değildir.
Ama örneğin ABD Başkanı Donald Trump bile son günlere kadar ABD ya da artık New York merkez üssü olmadan yaklaşık bir hafta öncesine kadar “Çin virüsü”, “Wuhan virüsü” diyordu. Şimdi biz buna Amerikan virüsü mü diyeceğiz? İtalyan, İspanyol virüsü mü diyeceğiz?
Bu süreç Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın başkanlığındaki Bilim Kurulu eliyle yönetiliyor, en azından biz kamuoyuna yönelik açıklamalardan bunu çıkarıyoruz. Bağımsız bir bilim kurulu yerine iktidar mekanizmasıyla eş güdümlü bir bilim kurulunun bu süreçte nasıl bir rolü olabilir?
Bu tür olaylarda bilimin rehberliği geçerli olmak zorunda ama Türkiye’de böyle olmuyor. Ben Bilim Kurulu’nda olan, bilimci olan, bu işin mekanizmasını bilen insanların sürekli izolasyon hatta sokağa çıkma yasağı önerisi dile getirdiklerini biliyorum. Bu durum sosyal medyaya ve televizyonlara da yansıyor. İktidar bu kararı hala alamıyor.
Dolayısıyla burada ekonomi ve siyaset, sınıfsal konum daha öne geçmiş durumda oluyor. Bilimin rehberliği bu şekilde zayıflıyor. Türkiye’de net bir şekilde bunu yaşıyoruz. Şimdi Bilim Kurulu’nda ne tartışılıyor, kimler var, nasıl insanlardır bunu bilemem. Bilim Kurulu’nda ciddi bilim insanı olduğunu bildiğim insanlar da var. Esas mesele, siyasetin ve sınıfsal konumdan kaynaklı kısıtlamanın bilime ve bilimsel yönteme engel çıkarması gibi bir durum olması.
Dünya genelinde virüsün yayılımına dair çeşitli yorumlar var. Türkiye, 10 bin vaka sayısını bu kadar kısa sürede aşan ilk ülke oldu, 15 bini geçmiş durumdayız. Sağlık Bakanı ve devlet erkanı aksini söylese de Türkiye’de koronavirüs testi süreçlerinin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Şu an bulunduğumuz koşullarda, Türkiye, dünyadaki salgın tablosunun neresine oturuyor? Yayılımın seyri ne olur?
Verileri takip edebildiğim kadarıyla yanıtlayayım. Türkiye’nin tehlikeli bir sınırda ve eşikte olduğunu biliyoruz. Veriler bunu gösteriyor ama tehlikeli bir sınırda olduğu, önlem getirilmezse ipin ucunun İtalya’da, İspanya’da, İran’da olduğu gibi kaçabileceği bir durum var. Bu noktada bilimin rehberliğinde kararlar alınmazsa bu salgının Türkiye’de daha da yayılma ve tahrip edebilme potansiyeli var. Sokağa çıkma yasağı kararlarının hızla alınması gerekiyor.
Birkaç gün önce sosyal medyada bir pankart gördüm. Diyor ki, “Biz işçiler neden evde kalamıyoruz?”, inşaat işçileri asıyor bunu. Ciddi bir sorudur bu. İşçi sınıfını, çalışanları evde tutacaksan onların geçimlerini ve işlerini garantiye almak zorundasın. İktidar bu kararı bundan kaynaklı alamadığı için işçiler hala çalışmak zorunda kalıyorlar. Çalışmazlarsa işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bu kararlar alınmadığı için Türkiye’deki genel yayılım içinde dünya için de tehlikeli bir durumda. Bilim insanları söylüyor bunları.
Sağlık Bakanı dün “Virüsün bu kadar hızlı yayıldığını bilmiyorduk” dedi. Türkiye’deki tedbirleri yeterli görüyor musunuz? Dünyada yayılmaya başlamasından bu yana 3 ay gibi bir süre geçmişken ülkemizde koronavirüs önlemleri nasıl olmalıydı?
“Virüsün bu kadar hızlı yayıldığını bilmiyorduk” demiş Bakan, bu tam bir fiyasko. Saçmalık resmen. Türkiye’de ilk vaka 11 Mart’ta görüldü. Çin’de Wuhan’da 2 ay öncesinde son derece sıkı önlemler alındı. Bu önlemler neden alınıyor? Çünkü ne kadar hızlı yayıldıklarını bildikleri için alıyorlar. “Biz bunu bilmiyorduk” nasıl diyebilir? Bunu bal gibi hepimiz biliyorduk. Ayrıca şunu söyleyeyim bu grip türü. Bunun ne kadar yaygın olabildiğini bilmek lazım. Sağlık Bakanı’nın veya bir sağlıkçının bunu bilmesi lazım. Biz her yıl çeşitli griplere yakalanırız. Kimi hafif atlatır, ayakta geçirir; kimisi iki-üç gün yatar. Ama sonuç itibarıyla herkes gribe yakalanır ve bu çok yaygındır. Bu da bu türden bir virüs. Bu yüzden ne kadar yaygın olduğunu bilemediğini söylemek gaftır.
Türkiye’de son derece yaygın bir işsizlik var. Özellikle gençlerde yüzde 25 gibi resmi rakamlar var. Bu insanlar nasıl geçiniyorlar? Ya anne babalarından ya da akrabalarından, ya da kayıt dışı çalışıyorlar. Bu salgın nedeniyle işler durdu. Türkiye’nin önemli bir kesimi bu. Yarı işçi-yarı işsiz kesimler… Birincisi bu.
İkincisi Türkiye’de çalışan işçi, emekçi kesimlerin çok büyük bölümü güvencesiz çalışıyor. Resmi olarak işçi değiller ve kolaylıkla işveren ve patronlar tarafından işten çıkarılabilirler.
Üçüncü olarak güvenceli çalışan insanların da bu süreç uzun sürerse işyerlerinin özellikle küçük işyerlerinin batması, iflas etmesi durumunda işsiz kalabilecekleri bir koşul var. Toplumun çoluk çocuğu da kattığımızda yüzde 50’sinden bahsediyoruz şu anda.
Dördüncü kesim, belirli rezervleri olan yani evde kalabilecek olan orta kesimler. Bu salgın süreci devam ettikçe giderek bu rezervlerin de tükendiği ve bu orta kesim dediğimiz kişilerin de birden bire sınıf düşerek diğer tarafa geçme olasılığı var. Belirli azınlıkların dışında geniş kesimlerin çok net bir şekilde etkileneceği bir durum var. İktidarın çıkmazı bu.
İktidar bu sıkı tedbirleri alacaksa bu kesimlerin geçimini ve işlerini garantiye almalı. Bunu kampanyalarla değil ciddi kararlarla hayata geçirmelidir. Bunu yapamıyor iktidar. Şu an dua ediyorlardır, yaz ayları gelsin de şu Nisan-Mayıs ayını atlatalım diye. Bu kararları almadan geçiştirmeye çalışmak gibi taktikleri var.
Diyelim ki salgın hafifledi önümüzdeki aylarında. Süreç salgın olmaktan çıktı diye düşünelim. Muazzam bir yıkıntıyla karşı karşıya kalmış olacağız. Salgından çıktıktan sonra yüz binlerce işçinin işsiz kalacağı, işyerlerinin iflas etmiş olacağı, borçlanmış bir toplumla karşı karşıya olacağız. Salgın geçti, her şey güllük gülistanlık olacak diye bir şey yok. Ekonomik kriz bizim önümüzde bekliyor.
Virüs sınıf ayırmıyor ama doğa yasalarına tâbiidir. Ama insanları etkilediği için bizim yasalarımızın bizim sınıfsal çelişkilerimizin olduğunu ve buna bağlı olarak sermaye kesiminin hükümetlerin bu virüs karşısında nasıl etkisiz kaldığını da görüyoruz. Virüs sınıf tanımıyor ama salgın kesinlikle sınıfsal.