“Simge kendisini öncelikle simgelediği şeyin cinayeti olarak ortaya koyar” (Lacan)
Suç ne kadar büyükse gizleme çabası da o kadar büyük olur. 28 devrimci tutsağın katledildiği yüzlercesinin yaralandığı bir katliama “Hayata Dönüş” isminin verilmesindeki hayasızlık/utanmazlık kuşkusuz bununla ilgilidir. Brecht’in çok isabetle “kurmak yanında soymak nedir ki” diyerek bahsettiği, halkın iliğini kemiğini sömüren bankaların, reklamlarda neredeyse birer hayırseverlik, yardım kuruluşu gibi anlatılmasında olduğu gibi. Üzerini örtmek, gizlemek için gerçeği onun tam aksi yönde bir amaçla ilişkiliymiş gibi resmetmek faşizmin en tipik yöntemlerinden biridir çünkü.
Sermaye çıkarının tüm toplumun çıkarı gibi yansıtılması, “halkın cellatlarına aşık edilebilmesi” devasa bir yalan ve çarpıtma makinesini gerektirir: devletin ideolojik aygıtlarını. En işe yararı medyadır. 19 Aralık Katliamı’nın ertesi günü Milliyet Gazetesi mide bulandırıcı bir alçaklıkla, “sahte oruç, kanlı iftar” manşetiyle çıktı. Egemenler katliama utanmazca “Hayata Dönüş” adını verirken işte bu medyadaki uşaklarının karartma, çarpıtma gücüne güveniyorlardı.
Katliam öncesi günlerde Çanakkale Hapishanesi’nde tutsakken, çok sayıda emarenin gözükmesine rağmen tüm hapishaneleri kapsayan bir operasyona pek ihtimal vermeyenlerdendim. O kadar kıyıcı olunabileceğini düşünemeyen bir saflıktan kaynaklı değildi bu öngörüm. Bir yıl öncesinde Ulucanlar Hapishanesi’nde en vahşisinden katliama imza atan, 10 devrimci tutsağı işkence ederek hunhar biçimde katleden, Diyarbakır, Buca, Ümraniye hapishanelerinde de katliamlar gerçekleştiren gücün neler yapabileceğini biliyordum elbette. Üst düzey bir hapishane yetkilisi önceki süreçlerde “hepsi üç kilo siyanürün ucunda” diyerek rüyalarını süsleyen gerçek niyetlerini kaçırmıştı ağzından. Ellerinden gelse bir kişi kalmaksızın katliam yapmak niyetlerinin ifadesiydi bu. Aynı zihniyet gerçek niyetini bugün de ağzından kaçırıyor. Ne kaçırması açık açık yazıyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın twitterdan “HDP/PKK kamilen (topluca) itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür” diyebiliyor örneğin. “Bağımsız yüce Türk yargısı”nın gözlerinin önünde, alenen…
Evet, o süreçte tüm bunlar ortadayken ölümüne direniş gösterileceğini bildikleri hapishanelere topyekün bir operasyonun yaratacağı sonuçlardan, oluşturacağı görüntü itibariyle kaçınacaklarını, milenyum yılında tüm dünyanın gözlerinin önünde sicillerine yeni bir katliam katmanın uygun olmayacağı fikrinin ağır basacağını düşünmüştüm. Yanıldım. Osmanlı’da oyun çok, zalimliğin de ucu bucağı yoktu. Kapitalist devletler arasındaki ilişki de son tahlilde “körler sağırlar birbirini ağırlar” kıvamındaydı. Faşizmin kapitalizm ve emperyalizmle ilişkisini ortaya koyan “kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar” sözünün içerdiği anlam bir kez daha çarpıcı biçimde gözler önündeydi işte.
Utanmazca “hayata dönüş” ismini verdikleri topyekün bir operasyonla 28 devrimci tutsağı katlettiler. Yüzlercesi bu dizginsiz şiddete bedenlerini siper etti, öldüler, yaralandılar, sakat kaldılar. Burjuva medya mide bulandırıcı nitelikle manşetler attı, yalan haberler yaptı. Bayrampaşa Hapishanesi’nden bir kadın tutsağın yanmış bedeniyle ifade ettiği gibi “Diri diri yaktılar”. Yalan, dolan ve terörle ise gerçeğin sesini bastırdılar.
19 Aralık Katliamı ile ne amaçlandı?
19 Aralık Katliamı devrimci iradenin başeğmezliği sayesinde birer direniş odağı haline getirilmiş hapishaneleri, F Tipi tecrit sisteminde hücrelere sokarak teslim alma arzusunun ürünüydü. Direniş odakları olan mekanlar korku ve sindirme politikasının merkezleri haline getirilmek istendi.
Evet, sınıflar mücadelesinin en çıplak ve keskin biçimde yaşandığı hapishanelerde devrimci tutsakların hücrelerde tecrit edilerek siyasi kimliklerinin ezilmeye çalışılması toplumsal muhalefetin ezilmeye çalışılması amacından ayrı ele alınamaz. Hatta anlamını tam da bu çerçevede bulur. Sözkonusu amaç analize dahil edilmeden 19 Aralık katliamı anlaşılamaz.
Toplumsal muhalefete kan, enerji ve moral taşıyan hapishanelerin birer tasfiye merkezlerine dönüştürülmesi amaçlanmıştır. Ki halka daha kolay boyunduruk vurulabilsin. Devrimcilerin birarada bulunabildikleri için yüksek kolektif eylem kapasitesine ve bu sayede faşist saldırılara karşı direnebilme gücüne sahip olduğu E tipi hapishanelerden birbirlerinden koparılıp tecrit altına alındığı F Tipi hücrelere konulması halkın direnme gücünün kırılması gayretiyle kuvvetli biçimde ilintilidir. Özcesi, saldırı hapishanedeki devrimci tutsaklar nezdinde halk muhalefetinedir. En örgütlü, en direngen öncü müfrezeye saldırılması halkın örgütsüz kılınması ve böylece direnme gücünün yok edilmesi arzusunun ifadesidir.
Tecrit işkencesi
F Tipi hapishanelerde uzun bir maltanın sağ ve solunda şebeke kapıları ile girilen koridorlarda üç hücre yanyana bulunur. Bu hücrelerde kalan tutsaklar olarak birbirimizi görebilme şansımız ancak mahkeme ya da revir için dışarıya çıkarıldığımızda mümkündü. O da demir kapının üst bölümüne konmuş daracık ve iyi görüş imkanına sahip olmayan kalın bir camın ardından. Kolunuza girmiş iki gardiyan eşliğinde hızla götürülmeye çalışılırken bir saniyeden az bir sürede. Üstelik, katliama ve türlü işkencelere maruz kaldığımız için protesto amaçlı uzattığımız saç ve sakallı yüzlerimizle. Ağır tecrit koşullarında.
Edirne F Tipi Hapishanesi’nden sağlık sebepleriyle tahliye edildikten sonra bir gün Kadıköy sahilde çay içtiğimiz mekanda tesadüfen bir arkadaşla tanıştım. Sohbet sohbeti açtı ve ikimizin de aynı dönemde Edirne F Tipi’nde bulunduğu ortaya çıktı. Merakla hangi bölüm ve hücrede kaldığımızı sorduk birbirimize. Sonunda bitişik iki hücrede kalan tutsaklar olduğumuzu anladık. Direnme gücümüzü yükseltmek için demir kapılar ardından, ara ara konuşan bitişik hücrelerde kalan, birbirini hiç görmeyen tutsaklardık. Eğer böyle bir sohbet yapmamış olsak asla birbirinin o olduğunu anlayamayacak iki insan. Tecrit böyle bir şeydi işte. İnsanlıkdışı muamele, bir çeşit işkence.
Ellerimiz kelepçeli, kollarımıza girmiş iki gardiyan eşliğinde götürülürken maltada aynı durumdaki bir başka kişiyle karşılaştığımızda birbirimizi görmemize bile izin vermezler, suratlarımızı zorla duvara çevirmeye çalışırlardı. Engel olmak ister, ancak duvara döndürülsek bile bağırarak kim olduğumuzu söyler selamlaşırdık. Şimdi hücreleştirilmeye çalışılan hayatlarımızda itilmeye çalışıldığımız yere karşı da seslerimizi yükseltmeli ve direnişçi kadınların o güzel sloganındaki gibi haykırmalıyız: Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz…
19 Aralık Katliamı/Direnişi’nde yaşamını yitiren yoldaşlarımız o sesin içinde yaşayacaklar. Anıları o güzel, onurlu yaşamları gibi pırıl pırıl parlayacak kavganın ortasında…